İNTİKAMIN YENİ YÜZÜ ‘OLD BOY’

 2003 yapımlı Old Boy adlı bu film Türkçeye İhtiyar Delikanlı adıyla çevrilmiştir. Bana göre intikam teması üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri. Park filmlerindeki sahnelerde Magritte ve Dali gibi gerçeküstücülerden etkilendiğini ve onların eserlerinde yarattığı atmosferi filmlerinde yeniden yaratmaya çalıştığını söylüyor yönetmen.

  Filmi 12 aşamalı film analizlerine benzettim. 1.aşamada ilk olarak sıradan ve günlük bir yaşantısı olan kahramanımız sarhoş bir halde küfürler savurarak polis karakoluna saldırıyor. Gayet sıradan içkili umursamaz bir hayatı varken 2. aşamaya geçiş yapıyoruz ve onu bu aşamada karakoldan arkadaşı kurtarıyor, karakol çıkışı telefon kulübesinde kızıyla konuşurken mor şemsiyeli bir adam onu kaçırır, o gün de kızının doğum günüymüş. Kısacası kızının en önemli gününde babası kaçırılır ve buradan sonra olaylar gelişir. Uyandığında kendisini bir odada -hapishane gibi bir yerde- bulur. Orada ihtiyaçlarını karşılayacak banyo vs. dışında sadece bir yatak ve bir televizyon vardır. Kesinlikle odadan hiçbir şekilde çıkış yoktur. Kapının açıldığı tek vakit odaya yemek servisi geldiği zamandır ve gardiyanlar da hiçbir şekilde onunla konuşmazlar.

  Hiçbir insanın hatta hiçbir hayvanın ruhunda kapalı tutulmak yoktur, psikolojik olarak kaldırılması çok güçtür. Bundan sebep baş karakterimiz aynayı kırarak aldığı cam ile intihar etmeye kalkıyor. İntihar etmek de yerel ve evrensel olarak mücadeleden çekiliş anlamına gelir. Burada 3. aşamada macerayı reddediş kısmına gelinir. Kadere karşı çıkış, Tanrı motifi ve ona karşı çıkma, kendini sorgulama, ‘neden buradayım?’ ‘neden ben?’ vb. bir iç savaş görülür. Bu sırada ise filmde 4. aşamaya geçiş yapıyoruz. ‘Akıl hocası ile tanışma’ artık kahramanımız hep televizyonu gördüğü için televizyonu kendiyle içselleştirir; ona bağlanır psikolojik olarak o onun arkadaşı, sevgilisi, her şeyi olmuştur.

  5.aşamaya varıldığında ise artık 15 sene süreyle hürriyetten yoksun kılınma, rızası olmadan alıkonulan ve onu manevi ve psikolojik bir yalnızlığa sürükleyen bu insanlara haliyle bir nefret besler ve kendine bir intikam yemini verir. Tabi o arada kendisine şu soruyu soruyor kahramanımız: “Esaretimin 15 yıl süreceğini söyleselerdi, dayanmak daha kolay olur muydu, yoksa fark eden bir şey olmaz mıydı?” Bu noktada hücre ile ilgili bir ayrıntı  daha paylaşacak olursam Oh Dae-Su’nun aklını kaçırmaması için yemeğine şizofren hastalarında kullanılan ilaçlar karıştırılmaktadır ve düzenli olarak bulunduğu hücreye bir çeşit gaz vermektedirler. Bu verilen gaz; savaş zamanında Rusların Çeçenlilere karşı kullandıkları, ciddi etkileri olan bir gazmış. Kahramanımız o gaz yüzünden sürekli derisinin altında gezen karıncalar olduğuna dair halüsinasyonlar görür bu şekilde ise onu daha rahat bir şekilde manipüle ederler, filmin bir psikolojik boyutu da  bir bakıma bana göre hapis edilen kişiyi hem iyileştirip hem de yaralamak.

  Kahramanımızı içini bu kadar nefretle dolduran hatta belki de iyice kızdıran olay bana göre odasındaki televizyonda karısının öldüğünü duyması. Üstelik onu esir alan kişiler ise suçunu ona atmışlardır. Burada filmin temel yapısı Dae-su’nun bir görev için hapsedilmiş olmasıdır.

  Dae-su bir süre sonra kaçar ama o kendisinin kaçmayı başardığını sanmaktadır oysa kaçmasına göz yumulmuş ve sürekli takip edilmiştir. Kaçtıktan sonra yanına bir adam gelir birdenbire kendisine para dolu bir cüzdan ve cep telefonu verir. Biz izleyiciler bu şekilde her anının takip altında olduğunu sezeriz. Bir restoranda telefon çaldığında, düşmanı Dae-Su’nun kendisini tanıyıp tanımadığını sorar ve kendisinin Dae-su uzmanı olduğunu onun hakkında her şeyi bildiğini, Dae-su’nun da ödevine iyi çalışıp kendisini bulmasını ister.

  6.aşamayı ayrı üç başlık altında inceleyebiliriz: Sınavlar, dostlar, düşmanlar. Sınavlar kısmında 15 yıl boyunca ona verilen yemeği her yeri gezerek bulmaya çalışıyor ve bir yerde denk geliyor. Hatta filmde canlı canlı ahtapot yiyor o kadar özlemiş ki gözü görmüyor. Dostlar kısmında çok ilginç bir şekilde Mido ile tanışıyor, gittiği restorandaki aşçı kız -onu filmde tanrıça figürü olarak görüyoruz- ona her şekilde yardım edecek, kahramanımız o kadar yalnızlıktan sonra kendisi bir limana sığınıyor diyebiliriz. Kızı eve götürüyor ve cinsel ilişkiye girmek istiyor ama kız bunu istemiyor; bıçakla karşı çıkıyor, kendisini hazır hissetmediğini dile getiriyor. O sırada çok ihtiyacı olduğu için lise arkadaşı ile iletişime geçiyor.

  Aslında 15 yılda çok şey değişmiştir en çok da teknoloji anlamında. 7.aşama olan ‘mağara’ ise aslında bir benzetme, mağaradan kastım kahramanın iç dünyası “Ben kimdim?” “Neden yapıyorum bunları?” “Evet içimde bir intikam var, kendimle psikolojik savaşım var” “İntikam aldıktan sonra aynı adam olabilecek miyim?” şeklinde sürekli bu düşüncelerle sürekli boğuşmaktadır.

  Artık kendisini iyice kaybetmiş, bu intikam hırsıyla herkesi öldüren bir canavara dönüşmüştür. Kendisini tutsak edenleri ararken bir keresinde adam çok konuştuğu için hapse girdiğini söyleyince sebebini öğrenmek için adamın dişlerini bile sökmüş. Bunu şu sözlerle dile getiriyor: “Artık bir canavar oldum. Yeniden Dae-Sue olabilir miyim bilmiyorum?” O bir canavar mı? bu hale gelmeyi o mu seçti işte bu çok derin bir iç hesaplaşma. Artık intikam alınsa bile geri dönüşü olmayacak şekilde hayatı artık değişmiştir.

  Hatta meşhur mağara, karanlık koridor dövüş sahnesinden aydınlığa çıkıyor. 7. aşamada yine bir sorgulama ve iç hesaplaşma var ama aslında bu Mido’ya bir zarar gelince yaptığı psikolojik bir savaş çünkü birden her şeyden bıkıp “Değer miydi bunca şeye, sevdiklerimin bu kadar zarar görmesine” diyor ve 8.aşama başlıyor. ‘Değişim’ aslında dostunu çok sevdiği için psikolojik olarak bu intikam savaşında yeniliyor ve artık intikamını unutmaya çalışıyor.

  9.aşama olan ödül-ceza aşamasında ise ne yapsa ne etse intikam fikrinden vazgeçemiyor aslında onu 15 sene hapis tutan düşmanı-tanrısı namı değer Lee Woo-Jin onun intikamdan vazgeçmesini istemediği için onu tahrik edecek bir mesaj gönderiyor, ‘hapishane müdürünün elini keseceğim’ der ve yapamaz onun yerine kesik eli onu tutsak eden tanrısı kesip süslü bir paket yapıp gönderir. Bunun anlamı ise ‘mücadeleden vazgeçme, intikam yeminini bozma’ demektir aslında. İşte burada ise 10.aşamaya geçiyoruz, yaşanılan bu olayla geri dönüş. Düşmanının onu köle yapıp etkisi altına aldığını görüyoruz yani on beş senenin psikolojik derin yaralarını anlıyoruz bence. Zaten yukarıda da dediğimiz gibi geri dönüşle intikam yeminine devam ediyor hatta kendisini kaçıran kişiyi bulunca bir söz söylüyor-beni orada çok etkilemişti. “Ben bir hayvandan daha aşağıda olsam bile yaşamaya hakkım yok muydu?” Hatta burada sarfettiği bu söz, elinde köpeği ile intihar etmeye hazırlanan bir adamla arasında geçen bir diyalogdan alıntı. Bunu günlüğüne yazar ve cevap olarak: “Evet yaşamaya hakkım var” diye ekler. Bir diğer beni etkileyen ve aslında bu filmle de kalıplaşmış söz “Gülersen dünya da seninle güler, ağlarsan yalnız ağlarsın.”
(Daha sonra araştırdığımda aslında bu sözün Amerikalı yazar ve şair olan Ella Wheler Wilcoxen’un “Yalnızlık” adlı şiirinin giriş dizesinden alıntı olduğunu gördüm.)

   İkinci geri dönüşü de düşmanını-tanrısını ararken neydi cezam diye lise yıllarına dönüşü ile başlıyor. Ve geçmişe dönünce zamanında yaptığı günahı ve tutsak kalma sebebini öğreniyor.

  11. ve 12.aşamada düğümler çözülür. Bu filmde ve genelde bütün filmlerde olduğu gibi son 20 dakikada tüm sırlar çözülür. Zengin bir iş insanı Lee Woo-Jin ona hapsedilme sebebini bulması için beş gün izin verir bu beş gün içinde sebebi bulursa WooJin kendisini öldürecektir eğer bulamazsa kahramanımızın sevdiği tüm kadınlar ölecektir.

  Hapsedilme sebebi lise yıllarında yaptığı bir dedikodu hakkında olduğu ortaya çıkar. Çünkü zamanında kız kardeşi ile abisinin uygunsuz yakaladığı dedikodusunu çıkarılır, hatta kardeşi bu olanlara dayanamıyor ve kendisini öldürüyor ama aslında bu bir dedikodu da değilmiş Woo- Jin ile kız kardeşi arasında gerçekten ensest ilişki yaşanıyormuş. Söylentiler almış başını gitmiş hamile olduğuna kadar varmış. Filmde çok konuşma sebebi de buradan gelir aslında.  Kaderiyle yüzleşip pişmanlık psikolojisiyle dolar, ne yapacağını şaşırır. Dilini kesmek ister ve dille açtığı yarayı dil ile öder. O sırada öğrendiği başka bir şeyle de sarsılır, tutsağı da aslında ondan intikamını almıştır. Hapishaneden çıkınca dostu olan, âşık olduğu kız aslında hapse girmeden önceki kızıymış anne ölünce düşmanı aslında kızı alıp büyütüp kahramanımızın karşısına çıkarıyor ve aile albümlerini göstererek ona bunu anımsatıyor sayfalar çevrildikçe ise gerçekler açığa çıkar. Aslında bu psikolojik çökertmede her şey planlanmış, yıllarca düşünülmüştür. Travma, tam anlamıyla ruhsal çöküş. Kahramanımız gerçekleri kaldıramadı, zamanında hakikati öğrenmek istedi ama aslında unutmanın en güzel ilaç olduğunu fark etti. Bir şeyleri unutabilmenin ne büyük nimet olduğunu anladı. Hatta düşmanı anlatırken köpek gibi ayaklarına yapışıp yalvarmak ister. Lee Woo-Jin başından vurarak intihar eder. Çünkü kahramanımız 5 gün gibi kısacık bir sürede öğrenmiştir her şeyi. Bu sırada o da tüm yaşananları unutmak için psikoloji biliminde çok ünlü olan bir yönteme başvurur: Hipnoz. Hipnozla her şeyi unutmaya çalışır. Buna göre hipnoz uzmanı Mi-do’nun, Dae-su’nun kızı olduğunu unutturacak ve böylece mutlu bir şekilde yaşayabileceklerdir. Burada hipnoz uzmanı Dae-su’ya kendisinin iki farklı kişiliğe böleceğini birincisinin bu sırrı unutan Dae-su, ikincisinin de bu sırrı saklayan canavar olduğunu söyler. Buna göre canavar her attığı adımda bir yıl yaşlanacak ve yetmiş yaşına vardığında da huzur içinde ölecektir. Ama kahramanımız aslında kızı bu gerçekleri öğrenmediği için çok şanslıdır. Bunun ardından Dae-su’yu karlara uzanmış halde görürüz. Mi-do gelir ve sarılarak onu büyük bir aşkla kaldırır ve “seni seviyorum” der. Burada Dae-su’yu önce sevinç ardından da acılar içinde görürüz bu sahnede iki kişilik duygusunu da beraber yaşar aslında.

 Ama bakıyor ki kızına karşı aşkını içinden söküp atamıyor ve bilmemek mutluluktur artık bu şekilde yaşarım diyor. Bizi filmde bembeyaz kar dolu saf temiz bir ortam karşılar zaten bildiğimiz üzere beyaz rengi saflığın ve masumiyetin simgesidir. Yani aslında verilen mesaj beyaz bir sayfa açmaktır. “İntikam soğuk yenen bir yemektir” sözünü de akıllara getiriyor aslında film. Zaten kahramanımızı on beş sene diri tutan da bu hedefiydi, “Bana bunu kim, neden yaptı?” sorgusuydu. Hedefsiz insan yaşayan bir ölüden farksızdır. Bir yönden de kimsenin hayatına karışmamayı öğretiyordu, bu dersi veriyordu yani. Güzel bir filmdi kan dolu vahşet sahneleri ve canlı hayvan yeme sahnelerine rağmen, farklı bir psikolojik savaştı ben olsaydım ne yapardım, tüm dünya nasıl karşılardı gibi soruları kendime sürekli sordum. Dikkat edene güzel mesajlar vermişti o kırmızı renk renklerin gücü işte beni hemen hapishane günlerine götürdü, anımsadım. Filme ilgili söylenmesi gereken bir şey de filmin olağanüstü müzikleri ve dövüş sahnelerinin başarısı, kaç tane inandırıcı dövüş sahnesi izledim sayamadım bile. Aynı şekilde her sahnede çeşit çeşit müzikler, o sahnelere uygun 24 parçadan oluşan bir müzik albümü olarak piyasaya çıkarılan müzikler özellikle kavga sahnelerinde arka planda oldukça başarılıydı.

 Kısacası ‘Old Boy’ adlı bu film, psikolojik gerilimi ve travmayı hat safhada hissedeceğiniz, dikkatle izleyene ise büyük dersler veren, çarpıcı bir film. Mutlaka tavsiye ederim.

Nagihan KAVRAN

Learn More →

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir